6. Way Of The Dragon (Hong Kong)
Dövüş filmlerinin iki büyük ustası Bruce Lee (erken ölümü yüzünden kariyerinin sonlarında) ve Chuck Norris’i (Karate şampiyonlukları sonrası kariyerinin başlarında) bir araya getiren kült film. Roma Collesiumu’nda geçen final sahnesi bir popüler kültür NFT’si gibi. Lee’nin Hong Kong’taki son filmi. Zaten 33 yıllık kısa ömrü ABD’de sadece bir film yapmasına izin verdi. Buna rağmen hala sinemanın en büyük ikonlarından biri.
5. Cabaret (ABD)
Faşizmin karanlık gölgesinin Avrupa’ya çökme hazırlığındayken 1931 Berlin’inde tanışan ABD’li bir çift ve doludizgin bir eğlence hayatında çalkalanan hayatlar. Sosyal mesajlı müzikal filmleri ile tanınan Bob Fosse’un başyapıtı. En iyi film hariç 8 Oscar (Yönetmen ve iki oyuncu dahil) kazanmış, bana bile müzikal film seyrettirebilen film.
4. Deliverance (ABD)
İngiliz John Boorman üstadın Amerika’nın “redneck (bataklık) bölgesi”nde geçen bir gerilim hikayesini bu kadar iyi anlatması şaşırtıcı. Dört erkek protagonistimizin film boyunca yaşadığı dönüşümler senaryo dersi gibi adeta. Sinema tarihinin en vahşi erkeğin erkeğe tecavüzü sahnelerinden birini içeriyor, uyaralım.
3. Burjuvazinin Gizli Çekiciliği (İspanya)
Altı kişilik bir burjuva topluluğu akşam yemeği için toplanırlar ancak gece boyu karşılarına çıkan çoğu sürreal engeller yüzünden bunu bir türlü başaramazlar. Luis Bunuel ustanın küçük burjuva hayatını masaya yatırdığı (!) kara mizah tarzındaki başyapıtı. Burjuva hayatının mideleri kadar boş olduğunu filmdeki oyunculara da bize de gösteriyor auteur yönetmen.
2. Solaris (SSCB)
SSCB’nin en önemli bilimkurgu yazarı Ukraynalı Stanislav Lem’in 1961’de yayınladığı klasikleşmiş eserinin Andrei Tarkovsky tarafından sinemaya uyarlanışı da bir o kadar ses getirmişti. Uzak bir gezegende görevli bir ekibin neden aklını yitirdiğinin anlaması için o gezegene gönderilen, giderken kendi sorunlarını da beraberinde götüren psikoloğun hikayesi. Düş, sanrı ve gerçekliğin birbiriyle vals yaptığı bir bilimkurgu klasiği.
1. The Godfather (ABD)
Francis F. Coppola’nın üçüncü filmini tamamen unutmak istediğim dev üçlemesinin ilk ayağı. Mario Puzo’nun çoksatan kitabından uyarlama. ABD’nin en ünlü kurgusal Mafya ailelerinden biri üzerinden Mafya ve kapitalizm şiddetinin gerçekçi ama lirik anlatımı. Tabii ki o yılın en iyi film ve en iyi erkek oyuncu (Marlon Brando) ödülünü almıştı. Benim için ise “The Godfather II” filmi az da olsa daha iyidir, daha rafinedir, daha epiktir.
İlk yorum yapan olun