Bu bir yeni yıla girerken yazılan klasik yeni yıl yazısı değildir. Spiritüel bir yazı gibi görünse de hayatın ta kendisidir.
Her yeni yılla beraber geride bıraktığımız yılı şöyle bir gözden geçirir ve iyi ya da kötü veya sıradan olup olmadığına bakarız. İnsanoğlu yapısı itibari ile öncelikle somut kazanç ve kayıplarını gözden geçirir. Ne almış ne satmış ne kâr elde etmiş gibi parametrelerle ölçümler geride bıraktığı yılı. Ve “Benim için iyi bir yıldı veya benim için berbat bir yıldı ya da sıradan bir yıldı “diye notunu verir.
Geçmiş yıl içerisinde kaybettiğiniz sevdikleriniz, hayalleriniz veya başka kayıplarınız da olabilir veya büyük kazançlar elde ettiğiniz bir yıl da olmuş olabilir. Terfi etmek, yeni ev, yeni araba almak, yeni iş kurmak gibi daha somut kazanımlar da olabilir. Bir de soyut kavramlara dair kazançlar ve kayıplar vardır. Asıl muhasebe burada yapılmalıdır. Mesela, umudunuzu kaybettiğiniz bir yıl mıydı yoksa ümidinizi çoğalttığınız bir yıl mıydı? İnandığınız çok güvendiğiniz bir konuda hayal kırıklığına mı uğradınız yoksa tam aksine ön yargılı yaklaştığınız sonrasında ummadığınız biçimde sizi şaşırtan kazançlarınız mı çoğunluktaydı?
Geride bıraktığınız yılı bir tek kelime anlatsaydınız bu kelime ne olurdu?
Sanıyorum en büyük hızla umudunu kaybediyor insan. Yaşamdan memnun olmasını da öyle. Zaten o da geleceğe dair mutlu olabilme umudunu yitirme hali değil midir? Yapılan son araştırmalara göre Türkiye’deki çocukların bile salgın öncesinde 10 üzerinden 8,5 olan yaşamdan keyif alma memnuniyet oranı salgın sonrasında 5,8 olarak hesaplanmış. Bu oranla Türkiye, çocukların mutsuzluğu açısından dünyanın en üst sıralarında yer alıyor. Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Çözümleri Ağı (SDSN), küresel anket verilerine göre nüfusun tamamının mutluluk ya da yaşamından memnuniyet sıralamasına bakılırsa da sıralamada 112.ülke. Her zaman olduğu gibi İskandinav ülkeleri ilk sıralarda yer alıyor. Coğrafi olarak zorluklarımız, millet olarak karamsar olma ve düzeltme yerine eleştirmeye eğilimimiz olduğu gerçekliliğin payı bu sıralamada yer almamızda pay sahibi olsa da bu sonucu tek başına açıklayamaz.
Eskiden dediğimiz gibi bugün de “Dünya keşke bir çocuğun gözünden baktığı kadar güzel olsa” diyebilir miyiz? Çocuklar bile artık dünyaya bizim küçükken baktığımız kadar umutlu ve mutlu bakmıyorlar. Şimdiki çocuklar daha şanslı diyenler bu iddialarını tekrar gözden geçirmeliler.
Çocuklara öz güven aşılayalım, bizim gibi korkutularak, ebeveynlerinin göz kaş hareketleri ile komut alarak büyümesinler diyerek dünyanın en özel çocuğu olduklarına inandırdık. Konforumuza, imkanlarımıza dahil ettik, mücadelemize veya sıkıntımıza dahil etmedik. Onlar da bedel ödemeden her şeyi kolayca elde edebileceklerine, her şeyi yapabileceklerine ve başlarına gelen kötü bir durumu aslında hiç de hak etmediklerine dair sorgulayan ve isyan eden hale dönüştüler.
Dünya büyük bir hızla birçok alanda dönüşürken değerlerimiz de dönüştü. Teknoloji yaşam tarzlarını, hayat amaçlarını, iş yapış modellerini ve insanın insan olabilme değerlerini deforme etti. Olmak yerine öyle görünmek, saklamak yerine gösteriş yapmak, mütevazi olmak yerine kendini iyi sunmak, sabır yerine hızlı olmak makbul oldu. Teknoloji gelişti değer yargılarımız küçüldü.
Hız ve sabır demişken yakın bir örnek vermek gerekirse; 12-15 yaşında çocuklar 2022 Dünya Kupası maçlarını seyrederken sıkılıyormuş. “Devreler çok uzun, 30 dk. bir devre için yeter de artar” diyormuş.
Fedakâr olmanın ödülünü almış bir tarihten geliyor olmamıza rağmen pandemide 3-5 ay evde kalmaya bile tahammül edemeyen, özgürlüğü elinden alınmış ve psikolojisi bozulabilen dayanıksız, tahammülsüz bir topluma dönüştüğümüzü fark ettik. Sabır ve tefekkür üzerine inşa edilen savaş sonrası kuşaklardan her şeyi hızla ve daha az çaba ve çalışmayla elde etmeye odaklı bir insanlık var artık.
Maslow’un ihtiyaç hiyerarşini günümüze uyarlamışlar. En temel olarak birinci sırada yer alan fizyolojik ve fiziksel ihtiyaçların yerine, erişebilirlik, haberleşme ve interneti yerleştirmişler. Oldukça doğru. Birçok insana şöyle bir soru sorsak hele de gençlere: 15 gün sınırlı oranda yemek yiyebilmeyi mi yoksa 15 gün internetsiz mi kalmayı tercih edersin desek, sizce çoğunluk ne yanıt verir? Yanıtı hepimiz tahmin ediyoruz öyle değil mi?
Artık hayat öyle hızlı ki bir şey yitirdiğimizde ona üzülmeyi bırakmamızı bile bizden hızlıca istiyorlar. Bir kaybın acısını ve yasını yaşamaya dair bile saygının azaldığı, acı haberlere dayanamadığı için izlemeyen, kendini kötü hissettiği için cenazelere gitmeyen bencil ama konu empati olduğunda bir dolu söz söyleyebilen, en ufak bir konuda bile mücadele etmek yerine antidepresanlarla duygusunu dondurmayı olağan bulan, güçsüze yardım etmek yerine güçlünün yanında olabilmeyi hedef alan, özrün erdem olmadığı sesini sonuna kadar çıkartanın kendinden emin kabul edildiği birbirimize saygının konuşulmadığı bir devrin içindeyiz.
Yeni bir kavram çıktı bugünlerde belki duymuşsunuzdur: Phubbing. İngilizcede telefon (phone) ve küçümseme (snubbing) kelimelerinin birleştirilmesiyle oluşan phubbing, yanında biri veya birileri varken gelen bir çağrı veya mesaj olmasa da telefonla meşgul olma anlamına geliyor. En yakınımızdakileri “phub’lıyoruz”.
Ve şimdi önünüzde yepyeni bir yıl daha var. Kaybettiğiniz veya azalttığınız değerlerinize şöyle dönüp baktığınızda yeni yılda hangisini tekrar hak ettiği yere koymayı ve hangi yeni değerleri hayatınıza dahil etmeyi dilersiniz?
2023 mutlulukla ve heybenize koyduğunuz yeni kazanımlarla geçsin.
Sevgilerimle.
İlk yorum yapan olun