Perakende sektörünü en çok etkileyen ve gündemi de meşgul eden konulardan biri enflasyon. Sektör bunun ne tür dezavantajlarını görüyor?
Yüksek enflasyon dönemlerinde fiyat seviyelerinin sürekli yükselişi ile birlikte şirketlerin satış fiyatları da, satış hasılatları da doğal olarak tırmanışa geçer. Normal olmayan bu durumu önce anlaşılır hale getirmek lazımdır. Bunun için; Resmi enflasyonun yüzde 60 olduğu bir ortamda satış hasılatını yüzde 40 artırmış olan bir işletme esasında küçülmüş olduğunu kaydi olarak görmelidir. Yani satış gelirlerindeki artışın ne kadarının gerçek artış olup olmadığının mutlaka belirlenmesi gerekir. Enflasyon dönemlerinde sadece gelirler olması gerekenden fazla görüntü vermez. Giderler de tam tersine olması gerekenden daha düşük tutarlarda gelir tablosuna yansır. Önceden alınan hammaddelerin değeri mali tabloda olduğundan düşük gözükür. Ayrıca piyasada satılan bir malın yerine yenisi alınana kadar büyük ihtimalle fiyatı artar. İşte fiktif (hayali) kârlar ve yanıltan mali tablolar da enflasyon dönemlerinde bu şekilde oluşur.
Dolayısıyla yüksek enflasyon dönemlerinde mali tablolar üzerindeki enflasyonun etkileri birtakım düzeltmelerle giderilmezse, ilgili kişi ve kurumlar şirketlere ait doğru ve güvenilir bilgiye ulaşamazlar. Üstelik son senelerde olduğu gibi gittikçe tırmanan enflasyon oranı finansal tabloları daha da fazla gerçeklikten uzaklaştırır.
Enflasyon muhasebesi genel olarak ne ifade etmektedir ? Bunun perakende sektörü için önemi nedir?
Yukarda belirtmiş olduğum bu olumsuz etkilerden korunabilmek için ‘enflasyon muhasebesi / düzeltmesi’ önemli bir ihtiyaç olarak öne çıkar. 2000’li yılların başında uygulanan ve daha sonra terkedilen enflasyon muhasebesinin, yine de isteğe bağlı olarak mevcut vergi ve diğer mevzuata göre uygulanan muhasebeye paralel olarak uygulanmasında bir engel bulunmamaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki; bu şekilde enflasyon düzeltmesi ile ortaya çıkacak mali tablolar vergi yükümlülüğü açısından kullanılamaz. Perakende sektörü için önemine gelecek olursak; işletmelerin gerçek durumunun çizildiği resim önünüze gelir. En önemli faydası budur. Bazı şirketlerin dönem sonu sunumlarındaki ciro ve kâr artışlarının ne kadarının gerçek olduğunu gösterir. Olası reel sermaye kaybı konusunda da bilgilendirir. Bu önemli katkılara rağmen şirketlerimizin bu konuya yeterince ilgi göstermemesi oldukça şaşırtıcıdır.
Ayrıca enflasyon muhasebesini gerçeği görmek için değil de vergi avantajı sağlayacak bir araç olarak görenler de var. Oysa buradan her işletme için bilanço yapısına göre benzer sonuçlar çıkmayabilir. Yani avantaj garantisi yoktur… Mali tabloların gerçeği yansıtmaması; firma yöneticilerini, ortakları, kamu kurumlarını ve bütün ilgilileri yanıltabilir. Nitekim finansal tablolarını görebildiğimiz bazı şirketlerdeki manzara; fiktif kârların yöneticileri rehavete sokabildiğidir. Ancak tedbir alınması gereken bir dönemde bayram havası yaşanmasından daha önemli kayıp olamaz.
Mali tabloların anlamını yitirdiği bu dönemlerde, tarihi değerler üzerinden muhasebeleştirilen sabit kıymetlerin rakamsal değerlerine dayanılarak ayrılan amortismanlar çok düşük kalmakta ve buna bağlı olarak da kâr olduğundan yüksek çıkmaktadır. Enflasyon muhasebesi devreye girince ise geçmiş maliyetlerle değerlendirilmiş olan işletme varlıkları ve borçları üzerindeki fiyat değişmelerinin etkisini görebilmek mümkün olabiliyor. Yani enflasyon muhasebesi (düzeltmesi), enflasyonun mali tablolar üzerindeki olumsuz etkisini gidermeye yönelik bir teknik olarak öne çıkıyor ve artık zorunlu olduğu inkar edilemiyor. Kaldı ki yabancı şirketlerin konuya gösterdikleri hassasiyetin derecesi de ne kadar önemli olduğunu kanıtlıyor.
Tüketiciler nezdinde ne gibi sıkıntılar yaşanıyor?
Hepimiz aynı gemideyiz ve bu geminin pusulası da tüketici eğilim anketi sonuçlarıyla hesaplanan ‘Tüketici Güven Endeksi’dir. Piyasada durgunluk yaşanıyorsa gerisinde mutlaka tüketicinin güven kaybı vardır. Tüketici, güven olmadan para harcamaz, kredi kullanmaz. Bu olmayınca üretici de yatırım yapmaz. Yani güven ekonominin geleceğini belirler. Bu güveni artırmak üzere topyekun mücadelenin önemli olduğu açıktır. Zira endeks değeri son aylarda artsa da hâlâ 100’den küçük seyretmesi tüketici güveninde kötümser durumu göstermektedir.
Yaşanan ekonomik sıkıntılar tüketicinin kıt kaynağını daha dikkatli kullanmasını gerekli kılıyor. Bu da daha araştırmacı olmasına, alışverişi bölmesine ve tek satış noktasına sadık kalmamasına yol açıyor. Dolayısıyla tüketici daha araştırmacı oldukça, fiziki perakendecilerin de daha titiz davranmaları beklenir. Oysa müşteri şikayetlerinden izlendiği kadarıyla genele yansıyan bunun tam tersi oluyor.
Peki bu kime yarıyor?
Daha ucuz ve kolay alışverişin adresi olan e ticaret şirketlerine… Oturduğu yerden gereken araştırmaları yapıp kıyaslama imkanı da bulan tüketicinin bu kanala bağlanmasını sağlıyor.
Perakende (Beyaz eşya perakendeciliği) sektörünün daha bir finansal yapıya kavuşturulması için hangi adımların atılması gerekiyor?
Bunun için merkeze nakit akışını almak gerekir. Bu önemli konu belirli bir zaman diliminde işletmeye giren ve çıkan nakiti ifade eder. İşletmeye girerken, ‘pozitif nakit akışı’nı; çıkarken, ‘negatif nakit akışı’nı oluşturur. Nakit akışını yönetmek için önce titiz hazırlanmış bütçeye ihtiyaç vardır. İleriye dönük en önemli tahmin satış rakamları üzerine olmalıdır. Satış ve gelirlerde olduğu gibi gider tahminlerinde de isabet kaydetmek önemlidir. Yetmez, konulan hedeflere göre de uyumlu yaşamak gerekir. Örneğin aşırı kira giderini, dövize endeksli borcu, faizi ve kur farkını dert etmeyenlerin çektikleri sıkıntılar ortadadır. Bütün hedefleri, esas faaliyet kârından ibaret olan bazı tüccar veya profesyonellerin gemiyi nasıl karaya oturttukları sık rastladığımız örneklerdendir. Sürekli kâr eden işletmeler içinde bile kötü sonla karşılaşma oranı hiç de az değildir. Sebebi; performans ölçümünün kârlılık ve nakit akışı düzeyinde birlikte ele alınmamasıdır.
Oysa, basit bir ‘nakit akış tablosu’ bile bu işin rehberi olabilir ve erken uyarı sistemi gibi çalışabilir. Ülkemizde ciroyu kâr zannederek eldeki nakdi, kişisel yatırıma yönlendirenleri de izlemekteyiz. Oysa nakit akış tablosunda gözüken anlık nakit birikimin hangi tarihlerde hangi adreslere yöneleceği önceden bellidir. Tablonun önemi; sadece işletme faaliyetlerinden sağlanan nakit akışını değil, yatırım faaliyetlerinden sağlanan nakit akışını da, finansman faaliyetlerinden sağlanan nakit akışını da kapsamasıdır. Böylece şirketin nakit akışında hangi vadede hangi noktada olacağı rahatça görülebilir.
Perakende sektörü; satın alırken uzun vadeli ödeme, satarken ise peşin tahsilat sebebiyle nakit akışında en avantajlı sektör olarak bilinir. Birçok perakendeci de, bütün kategorilerde önce satıp, sonra ödeme yaptığına inanır. Uygulamada ise ekseriyetle böyle değildir.
Başlıca sebepler ;
. Stoklar iyi takip edilmediğinden olabilir,
. Fiili sayım düzenli ve sağlıklı yapılmadığından olabilir,
. Stok gün sayısı hatalı hesaplandığından olabilir,
. Veya hepsi doğru yapıldığı halde nakit akış tablosu üzerinde izlenmediğinden ve denetlenmediğinden olabilir.
Bilerek negatif nakit akışını tercih eden ve bunu besleyebilen örnekleri de izlemek faydalı olur. Bu da finansal kaynağın ticaret içinde daha verimli halde kullanımına dönük bir hesap şeklidir. Sonuçta bu yöntemle daha ucuz kalıp daha yüksek cirolara ve kârlılığa ulaşıldığına da şahit oluyoruz.
Nakit akışını yönetmek uzmanlık gerektiriyor, disiplin gerektiriyor ve denetim gerektiriyor. Evet işletmelere bir maliyet kapısı açtığını biliyoruz ama hangi risk kapılarını kapattığını da görüyoruz. Bu beceriyi devreye sokmayanın ölçemeyeceğini, ölçemeyenin de yönetemeyeceğini kabul etmek zorundayız.
Konunun ele alınışında basit ve kestirme yollar da vardır. Bir firma için en önemli nakit girişi mal ve hizmet satışından elde edilen tutarlardır. En önemli nakit çıkışları da hammadde veya mamul ürün alışları, çalışan ücretleri, kira ve enerji giderlerinden oluşur. Elbette önemli bir kredi kullanımı varsa, kredi geri ödemesi de bu fasıldandır.
Bu ana kütleye yoğunlaşmak ve nakit akışının günlük kontrolünü yapmak koruyucu tedbirdir. Sonra gereksiz masrafların kısılması işletme içinde benimsenmesi de zorunlu bir önlemdir. Hesapta olmayan sürprizlere karşı önlem olarak yeteri kadar nakit rezervi tutmak ek tedbir olabilir. Ürün bazında başarılı stok takibi, satınalma zamanında isabet sağladığı gibi nakit rezervinin erimesini de engeller. Teknoloji bu işin önemli ayağıdır ve anlık sahnenin kolay görülmesini sağlar. Bir kural da; nakit akışını pozitif hale getirmek uğruna ticari muhatabı zor duruma düşürmenin iyi bir tercih olmadığıdır. Zira bunun da bir maliyeti vardır.
Perakendeciler enflasyonist ortama karşı hangi adımları atabilirler?
Yüksek enflasyon dönemlerinde şirketlerin birinci zora girme sebebinin borç seviyeleri olduğunu unutmayalım. Her şirketin borcu olabilir ama gelecek için işlerde yavaşlama ihtimali varsa en erken şekilde borç tutarını azaltmak üzere çare üretmek gerekir. Bazı varlıkların bu uğurda kullanılması bile düşünülebilir. Böyle dönemlerde şirketlerin ilk hamlesi çoğunlukla eğitim ve reklam bütçelerini kısmak oluyor. Elbette yanlıştır. Hizmeti aksatacak derecede çalışan sayısını azaltmak da aynı derecede hatadır. Zira sonradan yeniden işe alım ve o alınanları eğitmek çok daha pahalıya mal olabilir. Yatırımlar ertelenirken teknoloji mutlaka istisna tutulmalıdır. Zira dijital teknoloji, maliyetleri düşürmeye yardımcı olabilir. Verimlilik artışı sağlayabilir. Elbette kriz her sektörü aynı ölçüde etkilemez. Ancak yine de yeni stratejiler oluştururken müşterek hedefler bulunabilir. Birincisi; ‘Müşteriyi elde tutma ve yeni müşteri kazanma stratejisi’ dir. İşte bunun için yukarda belirttiğim reklam ve tanıtım harcamaları ile eğitim harcamalarından tasarrufu düşünmenin uygun olmadığını söyledim. İkinci sırada olan; ‘Rekabette fark yaratma stratejisi’ ise her zamankinden fazla rakiplerin izlenmesini ve oradan şirketinize avantaj sağlayacak yeni fikirler üretmenizi sağlar. “Her kriz kendi içinde fırsat barındırır” inanışı çerçevesinde tam da o fırsatların kovalanacağı bir dönemdir. Üçüncü sırada; ‘Faaliyet giderleri ile verimlilik arasında yeni bir denge kurmak’ hedefi olmalıdır. ”Çoğu zarar, azı karar” atasözü tam da bunun karşılığıdır. Bu söz, bir taraftan israftan kaçarken diğer taraftan tasarrufun da ölçülü yapılması gerektiğini anlatıyor. İşte denge dediğim budur. Piyasa faizlerinin yükseldiği (MB’nın politika faizi değil), kurların ve enflasyonun arttığı, talebin düştüğü, tüketici güveninin olmadığı, yatırım ortamının bozulduğu böyle bir dönemde şirket yönetmek, kasırgada deniz aracının dümeninde bulunmaya benzer.
Bu durumda tekneyi sağ salim kıyıya yanaştırmaktan başka hedef olamaz. Bu da ciro artışına koşmaktan çok verimliliğe öncelik vermeyi gerektirir. Bu dönemde perakendeci işletmeler iç denetimi daha çok önemsemeliler. Zira fiili-kaydi sayım arasındaki farkın 1-2 puan artması bile kârsız bırakabilir.
İlk yorum yapan olun