Tasarruf tedbirleri üzerine…

Man hands saving money into bottle for cash in future investment.

Maalesef ülkemizde tasarruf tedbirleri kararları ekonomi iyice kötüye gittiğinde alınıyor. Özetleyecek olursak; orta vadede ekonomi programı şunu söylüyor… Sıcak döviz çekelim. TL değerlensin (değerli TL ihracatçı ve turizm açısından sorun olacaktır. Enflasyona uyumlu gelişmeyen döviz sorun yaratır görüşündeyim), işletmelerin ve bireysel talep edenlerin bankalardan borçlanmasını pahalılaştıralım ve böylece iç talep küçülsün-enflasyonun ateşi düşsün diye okuyun-, halkın enflasyon algısı kıralım. Bu maksatla daha çok psikolojik ortamı oluşturmaya yönelik özendirici bir hamleden öteye geçmeyecek tasarruf paketi açıklanmıştır. Böylesine basit ev etkisi tartışılır geçici tasarruf tedbirleri yerine topyekun ve çok ciddi sadeleşmeyi önemsemeliyiz. Kamu kurumları için olduğu kadar özel şirketlerimiz için de bu geçerlidir. Daha ziyade bu bir kültür meselesi, yaşam felsefesi. Maalesef ki bireysel ve kurumsal algımız çok başka. Ekonomi biliminde terkip hatasının en tipik örneği tasarruf çelişkisidir. Bir kişi ya da birkaç kişi tasarrufunu artırırsa bu, onlar açısından pozitif bir gelişme olabilir ve toplum da bundan pek etkilenmez. Buna karşılık bir toplumu oluşturan bütün bireyler tasarruflarını artırırlarsa toplum bundan negatif etkilenir. Çünkü gelir iki şekilde kullanılır: Tüketim ve tasarruf. Gelirin değişmediği bir ortamda tasarrufun artması demek tüketimin azalması demektir. Tüketim azalırsa üretim de dolaysıyla yatırım da azalır ve sonuçta büyüme düşer. Büyüme düşerse işsizlik artar. Sonuçta toplum bu gelişmeden olumsuz etkilenir Geç kalınmış müdahalenin etkisi tartışmaya açık değildir. Etkisi sınırlı bir girişimdir. Yani geç kalınmış girişimden büyük tepkiler beklemek hayalci bir yaklaşım olur görüşündeyim. Para sağlam kasayı seviyor yani kendini güvende hissetmediği ortamdan güvenebileceği, emin olabileceği ortama akışkandır. Bu paranın doğal akışıdır. Biri işletmenize, şahsınıza, ürününüze, hizmetinize yatırım yapacaksa öncelikle güven ortamını arayacaktır. Güvenilen şirketler, güvenilen insanlar, güvenilen markalar… Öyle rastlantısal bir durum değil. Örneğin bir markaya güveniyor olmamızın altında çok sağlam yargılarımız/ deneyimlerimiz yatıyor. Bir ülke ekonomisine uluslararası paranın uzun dönemli varlığı önemlidir. Bu uzum dönem yatırım o ülkenin misafiri olmaya değil ev sahibi olmaya gelir. Biraz açacak olursak; yabancı yatırım ülkemize fabrika kurmaya, bu manada bir sanayi kolunda faaliyet göstermeye geliyorsa gelen bu yatırım millileşir. Bu konuyu daha fazla uzatmak istemiyorum. Özetle, önce yargı bağımsızlığı, keskin kuvvetler ayrılığı (check and balance), bireysel özgürlükler. Bunu sağlayacak dönüşüm içine girmeliyiz.

EBRD, Türkiye için 2024 büyüme tahminini yüzde 3’ten yüzde 2,7’ye indirdi

Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD), Türkiye ekonomisi için tahminini para ve maliye politikasında gerçekleşen ve öngörülen sıkılaşma nedeniyle yüzde 3’ten yüzde 2,7’ye indirdi. EBRD, faaliyet gösterdiği ekonomileri kapsayan Bölgesel Ekonomik Görünüm raporunu yayımladı. Buna göre, EBRD geçen yıl eylüldeki bölgesel ekonomik büyüme tahminini yüzde 0,2 aşağı yönlü revize ederek, yüzde 3’e çekti. Geçen yıl EBRD ekonomilerinde büyüme yüzde 2,5 olmuştu. Banka, Türkiye ekonomisine ilişkin büyüme öngörüsünü de eylüldeki yüzde 3 seviyesine göre aşağı yönlü revize ederek yüzde 2,7 olarak güncelledi. Büyüme beklentisindeki düşüşte, enflasyonla mücadele kapsamında para ve maliye politikasında sıkılaşmanın devam edeceği beklentisi etkili oldu.

“A small leak will sink a great ship’’ (küçük bir sızıntı büyük bir gemiyi batırır)

Uluslararası Suistimal İnceleme Uzmanları Derneği (ACFE) 2024 mesleki mali suistimal raporu yayınlandı. ACFE’nin sertifikalı suistimal inceleme uzmanları 138 ülke ve bölgeden bin 921 gerçek mali suistimal vakasını analiz etti. Buna göre dünya genelinde şirketlerin kaybettiği rakam 3.1 milyar doları aştı. Uluslararası Suistimal İnceleme Uzmanları Derneği’nin (ACFE) 1996 yılından beri yayınladığı mali suistimalin maliyetleri ve etkileri üzerine yapmış olduğu araştırmanın sonuçları açıklandı. Sertifikalı suistimal inceleme uzmanları, 138 ülke ve bölgede yapmış oldukları araştırmada bin 921 gerçekleşen mali suistimal vakasını tespit ettiklerini ve tespit edilen etik dışı davranışların 2016 yılından bu yana önemli bir artış gösterdiğini ifade etti. Suistimal/hileli işlemler (fraud) konusu şirketlerin kesinlikle çok ciddiye almaları gereken bir konu. Konu ile ilgili pek çok uluslararası düzenleme, standart ve iyi uygulama söz konusu. Ayrıca konuya ilişkin pek çok anket durumun vahametini gözler önüne seriyor. Bu konuda önemli araştırma raporları yayınlayan ACFE’nin raporlarına göz atarsak, bu rapora baz olan ankete katılan tüm işletmelerin ortalamada gelirlerinin %5 ‘ini fraud nedeni ile kaybettiklerini belirtmiş olmaları çok anlamlı. Üstelik de çeşitli kaygılar ile şirketlerinde fraud olup da bunu belirtmemiş pek çok anket katılımcısı şirket olabileceği göz önünde bulundurulduğunda, bu oranın %7-10 arasında olabileceği söylenebilir. Ancak Türkiye’ de hileli işlemler ve suistimaller (fraud) konusu maalesef hak ettiği önemi kazanmış değil. Konu ile ilgili bir farkındalık eksikliği var. Bu anlamda fraud basit zimmet vakalarından, mali raporlama hilelerine kadar oldukça geniş kapsamlı eylemlerden oluşuyor. Genellikle, şirket varlık ve kaynaklarının zimmete geçirilmesi, şirket alım ve satımlarında anlaşmalı 3. şahıslara fayda sağlanması, mevcut olmayan şirketlere ödemeler yapılması gibi “varlıklara yönelik suistimal ve hileli işlemler” ACFE’nin raporunda, %85 ile en büyük kayıp kategorisi olarak belirlenmiş. Yolsuzluk/rüşvet konusu ikinci sırada. Üçüncü sırada ise mali raporlama hileleri yer alıyor. Ancak bunlardan şirketlere en büyük zararı veren mali raporlama hileleri. Bunlara özel dikkat edilmesi, özellikle de halka açık şirketler açısından büyük önem arz ediyor. Fraud hem anlaşılması, hem tespiti hem de önlenmesi son derece zor olan bir konu. Fraud eylemleri içine giren yönetici ve çalışanlar, sizden her zaman bir adım önde oluyorlar. Sistemin boşluklarını sizden çok daha iyi bildiklerinden, yakalanmayacak şekilde tedbirler alıyor, izlerinin sürülmesini zorlaştırıyorlar. Şirketler bünyelerinde etkin birer iç kontrol ve risk yönetimi sistemi oluşturmadan fraud ile mücadele etmeleri zor. Ya da tesadüfi. Zira fraudların iç denetim ve sürekli denetim sistemleri ile ortaya çıkartılma oranları dünya genelinde %30’un altında. Yani ihtimal 3’te 1. Bu sebeple, başta ihbar hatları olmak üzere, pek çok iç kontrol ve risk yönetimi unsurunun devrede olması lazım.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*