İş dünyasının birliğe ve iyiliğe ihtiyacı var

Hiçbirimiz 2020 yılından önceki gibi değiliz. Bir dönem kapandı ve yeni bir dönem başladı. Hem işte hem günlük yaşamda herkesin öncelik sıralaması değişti. Herkes iş yaşam dengesini ve hayatın içindeki yerini anlamlandırmaya çalışıyor. Zihinler geride bıraktığımız neydi ve şimdi hangi dünyaya doğru ilerliyoruz sorusu ile meşgul. Ne yazık ki bu soru yerinde olsa da yanıtı kısa vadede değil, ancak biraz daha zaman geçince karşılık bulacak.

Hemen hemen herkes mutluluğun anlamını sorguluyor. Belki de mutluyuzdur ama farkında değilizdir. Hiç böyle düşündüğünüz oldu mu? Bu bakış açısı bana daha iyi geliyor son zamanlarda ya da öyle düşünmek işime geliyor ve de iyi hissettiriyor diyelim.

Bugün genel anlamda mutluluktan bahsetmek yerine iş dünyasında mutluluk ve mutsuzlukları üzerine eğilelim diyorum: Pandeminin ardından gelen iş süreci sıkıntıları, ekonomik ve sosyal yaşam zorluğu, değişim ve dönüşümün döngüsünde kaybolmuş roller, belirsizliğin yarattığı uzun vadeli planlama yapabilme özgürlüklerinin artık çok gerilerde kalması, her gün daha fazla duyulmaya başlanan ekonominin, iklimin, gıdanın, su kaynaklarının vb. bir çok konunun bugünden daha da kötü olacağına dair okunan haberler umudun da azmin de önünde çok ciddi bir engel oluşturmuş durumda.

Tüm bunlarla beraber iş dünyasında iş sahipleri ve yöneticiler, çalışanların yeterli oranda işi sahiplenmediklerinden, sorunla karşılaştıklarında çözüm yolunu üretemediklerinden, çalışıyormuş gibi yaptıklarından şikayetçi. Çalışanlar ise değer görmemekten, bir başka deyişle kendilerini şirketlerinde değerli hissetmemekten, iş yerinin kendilerine değer veriyormuş gibi davranmalarından şikayetçi. Bir diğer ve belki de en önemli serzeniş; iş birliği eksikliği, iyi niyetlerin karşılığında elde edilen hayal kırıklıkları ve iş yaşam dengesini kuramamış olmanın getirdiği yılgınlık yer alıyor.

Çoğunlukla yardımlaşma, paylaşma veya iş birliği yerine daha çok talep eden tarafta olmaya gösterilen gayret, anlamlı olmayan vadesi uzun geri dönüşler nerdeyse işin olağan akışı haline gelmiş durumda. Elbette ki bu tutumlar işin verimliliğini etkilediği kadar çalışanın kurum imajına da fazlasıyla olumsuz tesir ediyor. Şirketlerin karlılıkları çalışanların gelişimi ile ilerlemiyorsa verimlilik dediğimiz şey sadece rakamlardan ibaret hale geliyor. O da ne kadar kalıcı ve kaliteli bir büyümeyi temsil ediyor ayrı bir tartışma konusu.

Çok yeni tarihlerde yapılan araştırmalar gösteriyor ki iş dünyasının duygu durumu oldukça depresif ve fazlasıyla gergin. Çalışanların %40’ı iş yerlerinde olmasa da işlerini yaparken kendilerini stresli ve öfkeli olarak ifade ediyor. Çalışan bağlılığı ise tüm dünya ortalamasında %15 seviyesinde. Bu korkunç ve ürkütücü bir oran.

Kuruma bağlılığı ölçmek için Bekir Ağardır’ın çok beğendiğim bir önerisi var: Şirketin rozetini verin çalışanlarınıza, takma zorunluluğu da söylemeyin, ertesi gün bakın bakalım kaçı göğsünde takmaya devam ediyorsa bağlılığınız o orandadır. Oldukça güzel ve basit bir test. Burada rozet yerine birçok başka emtia olabilir. Denemeye değer.

Peki bu karmaşıklığın içinde en doğru temeli nasıl oluşturacağız?

Bu dünyanın bugün en çok ihtiyaç duyduğu şey birliktelik ve iyilik. Birliktelik toplantılarda ekip olmalıyız diyerek sadece hedeflerin rakamlardan ibaret olduğu bol rakamlı tablolardan ibaret olmamalı. Ortak bir gayede buluşulmalı. Bunun için de emek vermek ve iletişim değil değerlerin ortak olduğu anlamlı ilişkiler kurmak gerek. Çalışanların da iş yerlerinde her gün neyi başardıklarını ve neyi aşmaları gerektiğini sadece nicel olarak değil, artıp azalabilen ve sayılabilen değerlerle birlikte, nitel olarak da bilmeye, hissetmeye, haz duymaya, gerekirse pişman olmaya ve bunları paylaşmaya ihtiyaçları var.

Yöneticiler çalışanlarına ne yapmaları gerektiğini ve nasıl yapmaları gerektiğini söylemekte bir sorun yaşamıyorlar. Ancak çalışanlar da müşteriler de şirketlerin ne yaptığı ile değil neden o işi yaptıklarını o ürünü neden sattıklarını o hizmeti neden sunduklarını ne ve nasıl sorusuna göre daha çok bilmek ister.

Öte yandan her gün binlerce firmada on binlerce insan birçok kaliteli iş sonuçları üretiyor. Hep şuraya takılıyor zihnim: Şirketlerde etik kurul, ihbar hattı vb. isimlerle kurulmuş olumsuz durumların vakit kaybettirilmeden bildirilmesi istenirken neden olumlu iş sonuçlarıiçin aynı model uygulanmaz? Neden yöneticisi görmese de arkadaşları tarafından görülen fark yaratan oranda mükemmel iyi şeyler yapan çalışanları bildiren bir sistem yoktur? Müşterilerden gelen teşekkürlerden bahsetmiyorum. Bazı şirketlerde vardır mutlaka ancak duyulacak kadar yaygınlaşmadığı ya da sistematize edilmediği konusunda hem fikirizdir sanırım.

Özetle: Çalışanlar manipüle edilen yöntemlerle yönetilmek yerine ilham veren, yol gösteren ve birlik duygusu misyonlu, bağlılık beklemeden evvel bağ kurabilen liderlerle çalışmak istiyor. Eskiden ulaşılması zor liderler makbulken şimdi ulaşılabilen, hatta danışılabilen liderler makbul. Cevap bekleyen değil anlam yaratan, sorgulayan değil doğru soru sorabilen, tecrübeli olduğu kadar ileri görüşlü olabilen, bilen değil bilgiye saygı duyan liderler makbul. Çünkü artık çalışanlar ilham almak ve etki yaratan kişilere bağlı kalabiliyor.

Çalışanların iyiliğini düşünen ve amaçları doğrultusunda ortak değerlerde buluşan kurumlar, kısa, orta ve uzun vadede şirketin karlılığında, kazancında ve rekabet gücünde önde olacaktır.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*