Bu sefer yapmayalım olur mu?

Çoğunuz gibi günlerdir ihmalkarlığın, organizasyonsuzluğun, öngörüsüzlüğün, insan hayatını önemsememenin, cehaletin, kurnazlığın, liyakatsizliğin sonucu olarak, bir doğa olayının asrın afetine dönüşmesini acı içinde izliyor, düşünüyor, sorguluyor ve içimdeki öfkeyi dizginlemeye çalışıyorum. Bir ömürlük hayallerin bir gece yarısında ansızın yok oluşunu ölümle yaşamın pamuk ipliğine bağlılığını düşünüyorum.

Yaşam mı gerçek yoksa ölüm mü?

Bir yandan normalleşmek istemeyen ben, bir yandan güçlü olarak daha fazla fayda sağlayacağını düşünen diğer ben, bir yandan nefes almaya, yemek yemeye ve sıcak yatakta yatmaya utanan öteki ben, birbirlerine kimin daha haklı olduğunu ispatlarcasına kavga halindeler içimde.

Doğa üstü olaylar kontrolümüz dışında gerçekleştiği için bize yaşattığı ilk duygu insan olduğumuzdur. Her şeyi kontrol edemediğimizi hatırlar, güvende olma illüzyonumuzun birden bozulduğunu hissederiz. Oysa ki, bugün üzerinde yaşadığımız dünya, tırmandığımız dağ, yüzdüğümüz deniz, İstanbul’un iki kıtadan oluşması bile geçmişteki doğa olayları sonucu oluştu. Bunları bilsek de beynimiz bunu unutur ve her yeni olağanüstü durumda çaresizliğini, acizliğini sadece insan olduğunu hatırlar.

Çok geniş bir alanı içine alan, nerdeyse herkesin ya bir akrabasının ya bir tanıdığının veya bir tanışının etkilendiği çok büyük bir felaket yaşandı bu topraklarda, Anadolu’da. Afetin değmediği ev kalmadı nerdeyse. Dünyada tamı tamına yüz yirmi beş ülkenin nüfusu, 6 Şubat Kahramanmaraş merkezli depremden etkilenen 11 ilin nüfusu olan 13,5 milyondan daha az. Gözünüzde daha rahat canlanması için şöyle örnek vereyim; Belçika, Yunanistan, İsveç, Bulgaristan, Tunus, Küba’nın nüfusları 10 ila 14 milyon arasında mesela. Singapur’un, Libya’nın Bulgaristan’ın, Finlandiya’nın, Norveç’in, Danimarka’nın nüfusu bu illerimizin toplam nüfusunun yarısından bile az.

On binlerce insan can verdi. Binlerce çocuk annesiz, babasız kaldı. Binlerce anne baba da evlatsız. Kardeşini, yeğenini, sevgilisini, öğretmenini, sıra arkadaşını ve daha nice gönlü ile kanı ile bağlı yakınlarını kaybeden binlerce insan yasta. Sadece yakınını kaybetmek midir yas? Yaşam biçimini, itikatını, güvenini, anılarını, umudunu kaybetmek de yas değil midir? On binlerce hayal söndü ve bir tarih kül oldu.

İlk sokak lambasının kullanıldığı, dünyada kurulan ilk şehir, kelime anlamı “sınırdaki ışık” olan Hatay’ın ışığı söndü. Dünyadaki ilk kilise olan St. Pierre Kilisesi yıkıldı, Anadolu’da yapılan ilk camii olan “Habib-i Neccar Camii yıkıldıı, altı bin yıllık Gaziantep kalesi yıkıldı, İskenderun’da 1858 yılından beri ayakta duran Latin katolik kilisesi yıkıldı, Antakya Ulu Camii yıkıldı.

Bu konuyu her zaman ki gibi normalleştirmeye çalışmak ne ahlaki ne bilimsel ne de insanidir.

Normalleşmeye çalışmayalım. Çünkü bu eşi benzerini yaşamadığımız bir durum. Her şeyi geçiştirmekten, boş vermekten, duyarsızlaşmaktan, toksik olumluluktan ve dayanıklı görünme egomuzdan şimdi değil de ne zaman vazgeçelim? Artık ateşin düştüğü yerde yananlar ve ateşe bakanlar olarak ayrışmayalım, olur mu? Acı çekenlere umut satmayalım, anlayalım, boş konuşacağımıza hiç konuşmayalım, birlikte susalım, olur mu?

Bu sefer her zaman olduğu gibi bir sünger gibi önce küçülüp bir an önce tekrar eski halimize süratle dönmeyelim, içimizdeki ateşi söndürmeyelim olur mu? Söndürmeyelim ki vakti geldiğinde gereğince gerekenleri yapmaya enerji için yakıt olabilsin. Her şeyi fırsata dönüştürme konusunda uzman olanlar olarak bu durumu da iyi ve daha bilinçli insan olma fırsatına dönüştürelim, olur mu?

Türk halkının yardımseverliğini, STK’ların dayanışma konusundaki organizasyon hızını, genlerimizden gelen merhameti, dayanışma kabiliyetimizi, evindeki kumbarasını bağışlayan çocuğumuzu, ekmeğini bölüşen kadınımızı, enkaz altındayken uyumadan kuşunu tutan, “önce kedimi kurtarın “diyen çocukları unutmayalım olur mu? Nasıl ki enkazdan çıkan insanlarımıza fakir mi zengin mi, alevi mi sünni mi, muhalif mi yandaş mı diye ayırt etmeksizin gözlerimiz yaşararak sevindiysek, bunu birlikte yaşarken de yapabilelim, olur mu?

Aynı virüslerde, parazitlerde olduğu gibi travmanın da her birimizi farklı etkilediğini unutmayalım farklı tepkileri kınamayalım olur mu?

Toplumsal hafızamızın zayıflığına kapılmayalım bu sefer olur mu?

Normalleşmeyelim. Çünkü normalleşmek bizim için iyi değil. Normalleşirsek bu yaraları saramayız, yardım elimizi geri çekmeye başlarız, hayatın hırsına, memnuniyetsizliğine geri döneriz. Geri dönersek iyi olmayı, insan olmayı, hesap sormayı, hesap vermeyi unuturuz.

Bu sefer normalleşmek anormalleşmek olur. Çünkü fazla normallik de bir anormalliktir.

Kınamadan, acımadan, çekiştirmeden, ağlamadan, duyarak, hemen ayağa kaldırmadan, çökerek, zaman vererek, omuz omuza durarak, sarılarak, iyileşerek normalleşelim bu sefer, olur mu?

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*