Yazıyı hazırlayan: Doğan Selçuk
Senur Akın Biçer / Arnica Yönetim Kurulu Başkanı
Bu ayki konuğumuz Arnica Yönetim Kurulu Başkanı Senur Akın Biçer. Senur Hanım ile bir araya gelerek hayatı, kariyeri ve Arnica markası hakkında keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Başarısının arkasında yatan sırları, iş hayatında yaşadığı deneyimleri, babasıyla yaşadıklarını, aile şirketinde neler öğrendiğini, sanata olan ilgisi ve sosyal hayatının hareketliliği hakkında konuştuk. Dergimizin sayfalarına sığdırabildiğimiz kadarını şimdilik sizlerle paylaşacağız, çünkü Senur Hanım’ın enerjisi ve hikâyeleri dergi sayfalarına kesinlikle sığmaz.
Gerek iş gerekse de sanatsal çalışmalarınız sebebiyle dünyayı gezdiğinizi biliyoruz. Yurt dışında unutamadığınız bir iş seyahatiniz oldu mu?
1994 yılında özel izinle Çin’e gittik, çünkü o dönemler vize olmadığı için Hong Kong’a gidebiliyoruz, Çin’e ise vize almak zaten imkânsız. Rahmetli babamın da şöyle bir şiarı vardı; “Bir yere iş yaptıracaksan adamın iş yaptığı yeri göreceksin. İş yapış şeklini yerinde göreceksin” Şatafatlı yemeklere götürebilirler, göz boyamaya çalışabilirler. Ancak içeride adamın bir sistemi vardır, onu görmek isterdi. Püf noktalarını söylerdi babam. Burası gibi bir yere girdiği zaman bu insanlar nasıl çalışıyor, belirli düzende mi vs. bunlara bakardı. Elektronik parça üreten bir fabrikaya gittik. Ürünümüzde kullanmak üzere elektronik parça satın alacağız. Babam fabrikayı gezmek istedi.
Öncelikle ulaşım çok ilginç oldu. İndiana Jones’daki gibi bir an yaşadık. Garip bir otobüsle, tavuklarla seyahat ettik. Bir kişi arkadan saçımı kesmeye başladı. Sanırım saçlarım kızıl renk olduğu için ilginç geldi ona. Bize eşlik eden kişi dön önüne bir daha yapmaz dedi, ancak saçı kesen başka şey de yapabilir diye tedirgin olduk. Toprak bir yoldan ilerledik ve yolun üzerinde billboard benzeri tabelalarda projelerin resimlerini gördük. Orada yapılması planlanan yollar, fabrikalar, yüksek binalar vs. Babama “Bunlar, bu projeleri yapacaklarmış, ne kadar zamanda yaparlar?” dedim. “Muhtemelen 30-40 yılı bulur herhalde.” dedi. Fabrikadaki çalışma şartları çok iyi değildi, bir disiplin var ama insanları böyle yığma şeklinde yatakhanelerde yatırıyorlar. Herkesin bir eyaletten bir eyalete seyahat etme özgürlüğünün olmadığı zamanlardan bahsediyoruz. Yemek olarak paslı bir varilden yeşilimsi sulu bir şey veriyorlardı. Üç haftada bir gün tatil günleri varmış. Ücretlerden bahsetmiyorum bile. Akşam çıkış yapmak zorundayız çünkü o şekilde izin alınmıştı bize. Yıllar sonra 2000 ya da 2001 yılında önce babam gitti ve oradan beni arayarak, “Buraya gelmelisin.
İnanılacak gibi değil, gördüğümüz yerler yapılmış. Gökdelenler var burada.” dedi. Çin’in Guangzhou bölgesinden bahsediyoruz. Daha sonra oraya ben de gittim. Gelişimlerine, gelişim hızlarına inanamadım. Çok iyi organize olmuşlar ve devletten de yardım almışlar.
İş hayatınıza dair ilk tecrübelerinizde sizde yer eden anılarınızı anlatabilir misiniz?
Üniversitede okuyorum, billboardda bir duyuru vardı, tercüman aranıyor. Başvurup yapmaya karar verdim. Boğaziçi Üniversitesi’nde okuduğum için özgüvenim de epey yüksek. Görüşmeye gittim, önüme bir metin verdiler. Bakıyorum, bakıyorum ama hiçbir şey anlamıyorum. Kimya ya da matematik olsa çözerim ancak resmi bir dille yazıldığı için hiçbir şey anlamıyorum. Hayatımda ilk defa kendimi duvara toslamış hissettim. Düşünsenize daha 19 yaşındasınız. Bir hafta hayata küstüm. Tabii buradan dersler de çıkardım: Birincisi iyi bir okula girmek demek insanın gerçek hayattaki başarısını belirlemiyor. İkincisi, daha çok çalışacaksın ve çok yönlü olacaksın. 19 yaşında karar verdim, ben çok yönlü olacağım diye. Okuldaki öğrencilik hayatımda da farklı dersler aldım, ekonomi bölümünden dersler aldım. Üzerinden yıllar geçti. Senur’un ilk ihracatını yaparken önüme yine yabancı dilde metinler geldi. Bir 40’lık konteynerde İsrail’e mutfak robotu vereceğiz. Bir yanda evrakları ayarlıyorum ama İsrailli müşteriye de söylüyorum. Bizim ilk ihracatımız olduğu için bu konuda bize yardımcı olmasını istiyorum. Çünkü ihracatla ilgili ne hazırlamamız gerektiğini anlamak istiyorum.
Buradaki bankalara soruyorum. Bankalar bile bilmiyordu. 1993 yılından bahsediyorum. Karşıdaki kişi de beni “Nakliye firmasını ben arıyorum ama sana da nakliye firmasının telefonunu veriyorum. Sabaha kadar her şeyi ayarlayın yoksa ambara gidemeyecek, gümrüğe gidemeyecek.” Diye uyarıyor. Muhtemel bazı problemleri de söylüyor. İlk defa ihracat yapacağız. Zaman zaman ufak tefek fason işleri veriyoruz. Nakliye firması bizi uyarıyor, “40’lık konteyner yolluyoruz ama mutlaka ölçülerinizi kontrol edin.” diye. Bazen 10 cm bile çok şey fark ettiriyor. Evrak da ona göre hazırlanıyor tabii. Ben gerekirse 200 tane fazla olsun mantığındayım, bir sonraki sipariş olur. Yeter ki eksik olmasın diyorum. Ben gün içinde evraklarla uğraşırken üretimde kumanda şalteri ile ilgili problem varmış, onu çözmeye çalışıyorlarmış ve bunu bana henüz söylememişler. En son bana karşıdaki adamcağız “B/L göndermeyi unutma.” dedi. B/L ne bilmiyorum. Ben buradaki evraklar boğuşurken, saat 7-8 gibiydi, içeri geçtim, baktım ki bir sorun var. Sabah 8’de konteyner gelecek. Gece saat 10. Bizim kumanda şalterleri çalışmıyor. “Allah’ım ne yapacağız ne edeceğiz çalışmıyorsa, bir de söz verdik.” diyorum. İlk ihracatımız olduğu için nasıl terliyoruz bilemezsiniz. Herkes heyecanlı. Baktık ki problem kumanda şalterlerinde, onların tek tek sökülmesi lazım. 1.080 tane kumanda şalterinin tekrardan sökülmesi lazım. İçinde bir şey yanlış yapılmış, o dönemdeki üretim sorumlumuz, “Sorun bu. Bilyeleri ters koymuşlar.” dedi. Oturacağız biz yapacağız. 1.080 tane ürün var. Ekip olarak 23 kişiyiz, nasıl unuturum. Hepsini tek tek açtık. Saat 5 oldu, bir yanda kumanda şalterlerini tamir ediyoruz, üretim bandına veriyoruz, ürün üretiliyor, kontrolleri yapılıyor, yüzde yüz kontrolleri yapılıyor. Saat 7 buçuk gibi konteyner geldi, olanları yükledik. Son 100 tane falan kalmıştı onlar da yüklenirken onları da ürettirdik. Sabaha kadar burada hep beraber şarkı türkü söyleyerek yetiştirdik.
Rahmetli babanızdan iş hayatına dairaldığınız dersleri dinleyebilir miyiz?
Babam makine mühendisi ve yaratıcı mucit adam. Kendi makinesini kendi yapıyordu, işi makine yapmak değildi ama üretimde kullanacağı makinaları kendisi yapmak zorundaydı. İthalatın çok da kolay olmadığı dönemlerdi. En iyi makinalara gider bakardı ve oturur kendi makinasını kendisi yapardı, bizim kendisinin yaptığı çok güzel motor hatlarımız var. Babam deneme yanılmayı bıkmadan usanmadan yapardı. Ondan öğrendiğim en önemli şey, bütün olasılıkları üşenmeden deneyeceksin, uzun vakit alıyor gibi gözükse de yılmadan mutlaka bir çözüm yolu var ya, imkânsız diye bir şey olmadığını hep bu şeylerde gördük.
Sanayicinin gerçekten imkânlarının kısıtlı olduğu bir dönemde, bir mıknatıs lazım olmuş babama, bir ürün imalatı için. Piyasadan bir sürü hoparlör toplamış, içlerindeki mıknatısları toplayarak ürün yapmış kendisine. Yani o yüzden de çözümün nerede olduğunu bilemezsiniz, kimin aklına gelir ki hoparlörün içinde mıknatıs var da onu topla, git 1.000 tane hoparlör al. Hepsini tek tek sök ve mıknatıslarını al. Bence imkânsız diye bir şey yoktur. Bugün imkânsıza inanmıyorum, çünkü mutlaka bir çözüm yolu vardır, bakmasını bilmiyorsunuzdur. Seçeneklerinizi ortaya koyamamışsınızdır. 14-15 yaşından itibaren fabrikada çalışmaya başladım. 18 yaşımı yani liseyi bitirdiğimde burada ilk işim kalıphanede kesme kalıbı yapmaktı. Sonra montajda çalıştım, bantta çalıştım. Mühendislik eğitimimi babamdan aldım diyebilirim. 18-20 yaşlarında kalıphaneye indiğimde oradaki ustalar beni reddettikleri için değil ama, “Bu kız çocuğu Hasan Bey, ne yapıyorsun, eli gözü yaralanacak sonra evlenemeyecek.” dediklerini çok iyi hatırlıyorum. Lehim yapıyoruz, babam lehim yaptırıyordu. Bir seferinde gerçekten hastanelik oldum. Sonra annem bu çocuğu öldüreceksin dedi babama. İlk çocuk benim, öğrensin dedi babam. İşte böyle böyle öğrenecek, bir daha o kokuyu koklamaması gerektiğini bilir ve diğer insanların da koklamaması gerektiği yönünde önlem alır, o zihniyete sahip olur demişti. Bu çok önemli bir ders. Ortaokul yıllarındaydım. Türkiye’de yüz yılını doldurmuş bir dikiş makinası markası babamdan motor yapmasını istemiş, pedallı o zaman yeni çıkarıyorlar bu motoru. Babam bakmış etmiş, tamam yaparım da bu motor sizin için çok uygun değil, siz bunun geri dönüşünü fazla alırsınız demiş. Amerikalı ekip gelmiş, onlara da babam “Yaparım bu işi ama bunu düzelterek yaparım, bu şekilde olursa, bunu bire bir yap derseniz bu şekilde ben bunu yapmam çünkü benim başımı yakarsınız sonra.” demiş. Adamlar gülüp peki yap bakalım demişler, meydan okumuşlar ona. O da yapmış gerçekten, düzeltmiş ve ortaya bir buluş çıkmış aslında. Tabii bu durum firmanın hoşuna gitmiş ve babama iş teklif etmişler. Belli ki sen burada iyi bir mühendissin burada yerin var ama seni Amerika’ya alalım, sana bir yer verelim, senin idarende olsun, sana ailene sınırsız vize falan, böyle güzel bir paket sunmuşlar babama. Babam akşam geldi tabii geç saate kadar da çalışıyor. Eve geldiğinde beni uyandırıp, “Biliyor musun? Ne yaparsan yap, hayatta özgürlüğünden asla vazgeçme.” dedi. “İnsanın özgürlüğü kadar değerli bir şey yok, ben özgür olmazsam bu buluşları yapamam, ben birisine bağlı olursam yaratıcı olamam.” dedi.
İlk yorum yapan olun