Önce şirketlerden başlayalım. Şüphesiz ki bu süreç herkes için ilk ve farklı bir tecrübe. Bütün sosyalleşme alanlarının kapandığı, milyonlarca insanın evden çalışmak zorunda olduğu ve birçok işletmenin faaliyetlerini durdurma kararı aldığı çok tarihi bir süreçteyiz. İkinci dünya savaşından beri dünya, böylesine küresel bir daralma ve krizi yaşamamıştı. Şüphesiz ki bu süreç hem şirketlerin hem de bireylerin hiç tecrübe etmediği ve çok amatör yakalandığı bir süreç.
2030’a kadar etkisinin devam edileceği öngörülse de sanayi ve internet devriminden sonra küresel çarkın etkilendiği en önemli olaylardan biri olarak tarihe geçeceği görülüyor. Tarih bu süreçleri, büyük ihtimalle “Büyük İzolasyon” veya “İnsanlığın Sınavı” gibi vurgulu başlıklarla anacak.
Şimdi bu kritik süreci yaşarken tarihin ne yazacağını ve etkilerini bir kenara bırakıp güncel bir konudan bahsedelim. Yani Koronavirüs (Covid-19) salgınının zorunlu evden çalışma ve şirketlerin geçici olarak kapatılmasını gerektirdiği süreçte, şirketler açısından teknik olarak hazır olan misyon ve değerlerin pratikte uygulanıp uygulanmadığının test sürüşleri yapılıyor bir yandan.
Kurumsal şirketler misyonlarını, değerlerini ve vizyonlarını web sitelerine itina ile yazarken, posterlere yazıp şirketin duvarlarına asarken, sinerji toplantıları yaparken ve her bir araya geldiklerinde “Biz takımız, büyük bir aileyiz” mesajlarını verirken, böyle günlerin pratikte ve üstelik olağanüstü şekilde, ansızın test edilebileceğini hiç düşünmediler büyük ihtimalle.
Birçok şirket misyonlarında insan odaklı olmaktan bahseder, doğrusu da budur. Ancak insana değer verme prensibi asıl bu zor ve kâr etmenin riske girdiği dönemlerde ortaya çıkar. Her şeye rağmen önceliğini ticarete verip insan sağlığını hiçe sayan ve/veya yeterli duyarlılıkta olamayan şirketler başka büyük bir sorunu da beraberinde getirdiğini de hesaba katmak zorundadır.
Beraberinde getirdiği ve sorgulanacak konuların ilkleri değer ve aidiyet konularıdır. Aidiyet dediğimiz şey öyle takılıp sökülebilen bir çip veya broş değildir. Aynı şekilde değerler de öyle. Oluşması uzun zaman alır ve ciddi emek ister, fakat bu duygu tek bir hareketle veya bir kararla saniyeler içinde yok olur gider. Tıpkı güven gibi.
Elbette ki bu zor günlerde işverenler de ticari olarak zor durumlarda kalacak, satışları düşecek ve hedef dedikleri birçok rakam yerini bulamayacak. Ancak düzen yavaş yavaş oturmaya başladığında çalışanlar öncelikle dönüp şirketlerinin o zor dönemde ne kadar onların yanında olup olmadıklarına ve önceliklerinin ne olduğuna, bu süreci yönetme tarzlarına bakacaktır. Onların önceliği, zor zamanda aldıkları desteğin samimiyeti ve insancıllık kıstası olacaktır. Bu yüzden, kısa vadede olmasa bile uzun vadede önceliği para değil insan olanlar, takım ruhunu lafta değil tutumları ile sergileyen şirketler kazançlı çıkacaktır. Tüm değer sistemlerinin yerine parayı koyan şirketler uzun vadede sadece para değil takımın iyi üyelerini de kaybedeceklerdir. Bu hemen olmaz. Karda ölüm gibi derim bu gibi durumlara. Hissetmeden ama tatlı tatlı ve yavaşça ölürler.
Bu sürece bir de çalışanlar açısından bakalım. Daha önce böyle bir süreci doğal olarak deneyimlemeyen çalışanlar uzaktan çalışmayı tatil ve rahatlık gibi görür, iş disiplinini kaybeder, performansını düşürürse yöneticilerde süreç sona erdiğinde bunu değerlendireceklerdir. Baskı altında veya otoriter ortamda değil de konfor ortamındayken dahi verimliliklerini düşürmeyenler şirkete olan aidiyetlerini ve iyi bir takım üyesi olduklarını, daha doğrusu güvenilir olduklarını ispatlamış olacaktır.
Bugün bir arkadaşımdan duydum. Şirketlerden biri çalışanlarını denetlemek için webcam kamerasını sadece yemek yerken ve temel ihtiyaçlarını giderirken kapatmalarına izin veriyormuş. İnanamadım! Eğer ortada bu kadar güven kaygısı varsa o kişilerle niye çalışır ki bir şirket? Bu kişilere müşterilerini, parasını, şirket varlıklarını ve en önemlisi şirket imajını teslim edebilmişken bu uygulamayı yapmak o şirkete ne kazandırıyor merak ediyorum.
Değerler dediğimiz, misyon dediğimiz şey yazı ile çizi ile değil bu süreçteki yönetim tarzı ile ortaya çıkar. Çalışanlar açısından ise bu değerler, “Ben çok çalışkanım, ben çok dürüstüm.” demekle olmaz. Şimdi bunu gösterme zamanıdır. Kriz zamanlarında daha fazla iş üretmek, şirketin sorunlarını benimsemek, çözüm odaklı yollar ortaya koymak ve motivasyon beklemek yerine motivasyon sağlayıcı olmakla olur. Beklentilerin düşük katkının büyük olması gerekir.
Özetle demek istediğim şu ki kısa vadede değil ama orta ve uzun vadede insan odaklı, yani ekibini koruyan, kollayan, duyarlılık içinde olan, bu süreçte sakin ama temkinli olan şirketler ile güven kaybı yaşatmayan çalışanlar kazanacaktır. En kötü ihtimale daha az zarar göreceklerdir.
Metanet kelimesini hepimiz biliriz ve genellikle kayıpların ardından kullanırız. Metanetli olmak olgunluğu, soğukkanlılığı, gereken önceliği göstermeyi ve doğru tutumu ifade eder. İhtiyacımız olan da tam olarak budur. Bir işletmenin veya kişinin nihai sınavı zor zamanlarda gösterdiği dayanıklılık ve metanettir.
Güzel günlere bir an önce kavuşabilmek dileğiyle.
İlk yorum yapan olun